Yerli tohumun yasaklanması sizce hangi yerli milli kalıplarında değerlendirilebilir?
Sizce burada bir problem yok mu?
Senelerdir Türkiye'de en çok tartışılan konulardan bir tanesi İsrail dayatması tohum politikası. Seneler içinDE bu bereketli toprakların içine eden İsrail tohumları maalesef son 15 yılda bir çok hastalığın da habercisi. İnsanlar GDO'lu tohumlardan üretilen yiyeceklerle maalesef bir gıda terörü ile karşı karşıya. Hem da savunmasın ve tam YALIN haliyle.
Toplum buz dağının görünen yüzünün olabileceğinin bile farkında değil. Çok güvendikleri asrın liderinin yol, köprü, tünel, cami, hastaneler, hapishaneler yapıyor. Yerli milli söylemi geliştiriliyor. Bunun yanında yerli tohum yasaklanıyor. Sizce bir tezat yok mu burada? Yada reisi bide bunlar mı kandırmışlar?
Çocuklarının sağlığını düşünebilecek, geleceğin içine etmenin cezasını verecek refleksi bir gün gösterir miyiz bilmiyorum. Bence yapılan bu zihin kontrolünden sonra maalesef çok zor. Mangurtlaşmış toplumlar oluşturan bu GDO'lu yiyeceklerin beyin hücrelerini çoktan öldürmüş bile.
2006 yılında çıkan tohumculuk kanunda geçen cezai uygulamaların bunca zaman sonra son bir kaç yılda uygulamaya geçilmesi ve bugünlerde yoğunlaşması; kanunun içine giydirilmiş olan tohumcu birliklerine üye olma şartının da son dönemlerde yoğun bir şekilde mecburiyet haline getirilmesi ve resmi takibata muhatap kılınması neyin nesidir? Bu uygulamaların kime faydası var?
Kanunda 13 yıl önce yasaklanmıştı neden şimdi uygulanıyor!
2006 yılında çıkan tohumculuk kanunda geçen cezai uygulamaların bunca zaman sonra son bir kaç yılda uygulamaya geçilmesi ve bugünlerde yoğunlaşması; kanunun içine giydirilmiş olan tohumcu birliklerine üye olma şartının da son dönemlerde yoğun bir şekilde mecburiyet haline getirilmesi ve resmi takibata muhatap kılınması neyin nesidir?
Üye olmayanın, birliklerin telkiniyle devletteki resmi işlemlerinin yapılmaması yöntemiyle üyeliğe zorlanması, sertifikasyon yönetmeliğine uygun üretim yapmıyor diyerek çiftçinin veya küçük üreticinin ürününü satmasına engel olunması ve cezai işlemle muhatap kılınması, son dönemlerde yoğunluk kazanmış durumda.
Tohumculuktaki bazı uygulamalarda büyüklere pek dokunulmazken, küçük çiftçilerin küçük çaplı üretimlerinin çeşit kayıt sistemine ve sertifikasyon kanununa uymuyor diyerek cezalandırılması işlemlerinde sorulması gereken ilk soru şudur; bunca yıl kanunda olmasına rağmen bu duruma göz yumulurken neden son zamanlarda, özellikle de küçük çiftçiler için bu kuralın işletilmeye başlandığıdır.
Anlaşılan bu kanunun çıkarılmasında büyük emeği geçen şu anki birlik yetkililerinin; ya sabrı kalmadı, ya güçlerini yetkili birimlere kabul ettirerek istediklerini yapma aşamasına geldiler ya da bakanlığın yeni yapılanmasında global tohumculuğun bir parçası olarak masa da olmak, güçlünün isteği doğrultusunda tohumculuk için bir mazarat gibi görülen küçük çiftçileri tamamen oyunun dışına iterek istedikleri zeminde istedikleri oyunu oynamak istiyorlar.
Kabul etmek lazım ki, daha önce ki yazılarımızda dile getirdiğimiz gibi tohumculukta; tohum,fide, fidan, süs bitkileride dahil büyük ölçüde dünya aktörlerinin güdümündeyiz.
Global tohumculuk sistemine entegre olmak mı? etkin olmak mı?
Dünya tohumculuk aktörlerinin yapılanmaları gösteriyor ki, bu aktörler küçük çiftçileri sevmiyor ve istemiyorlar. Hatta bu aktörler, aile tipi çiftçiliği dünyadan silmek istiyorlar. En azından kendi faal oldukları bölgelerden silmek istiyorlar. Çünkü küçük işletmeler onların kazanç anlayışına ve dünya tarımını yönetme anlayışına ters. Çünkü küçük işletmeler sosyolojik olarak sağlam bağlara sahip ve yoğun olduğu ülkelerde global tarım sistemine engel görülüyorlar.
Türkiye'nin gerek stratejik bir ülke olması gerekse diğer Asya, Afrika ve doğu ülkelerine göre sosyal yapı olarak batılı anlayışa daha yakın görülmesi ve bu bölgelerin tarımına ve kaynaklarına Türkiye vasıtasıyla ulaşmak ve yönetmek istemeleri nedeniyle kendi tarım anlayışlarını, hem mevzuat olarak, hem de uygulama olarak ülkemizde de yürülükte tutmak istiyorlar. Bunun için en uygun zemin kendi güdümlerindeki yerli tohumcu STK'lardır.
Niye böyle diyoruz?
Global yabancı tohum ve tarım firmaları bu STK'lar vasıtasıyla ülkeye girmişler, kendi tohum çeşitlerini bunlar vasıtasıyla ülke içinde pazarlamışlar ve pazarlamaktadırlar. Bunlar vasıtasıyla tarım ve tohum mevzuatına müdahil olmuşlar ve olmaktadırlar.
Şimdi birde tersinden düşünelim; bizim bu global tarım ve tohum firmalarının bağlı oldukları ülkelerde böyle bir şey yapma şansımız var mı? Güçlü olsak bile, bu firmaların bağlı bulunduğu ülkeler kendi mevzuatına kendi tohum ve tarım sistemine müdahale edecek derecede bir kanalı bizim için açık bırakırlar mı?
Emin olun savaş çıkarırlar yine de kendi ülkesel mevzuatlarına ve sistemlerine sizi dokundurmazlar. Bunun bariz örneğini uluslararası tarım toplantılarında alınan kararlarda bile görmek mümkündür. Tam bu noktada durun ve aradaki mesafeye bakın! Kapanacak gibi görünüyor mu? Eskiden üçer beşer yıl şeklinde açılan mesafe şimdi teknoloji, bilim ve hükmetme yetisiyle birlikte onar, yirmişer yıl şeklinde açılmaktadır. Buna birde içimizdeki peşin kabul ediciler ve onları tarımsal yapımıza davet edenler eklenince mesafe daha da açılmaktadır.
Belki ekonomik açıdan küçük işletme anlayışının büyük karlılık getirmediği doğrudur. Ancak şu da iyi bilinmektedir ki aile çiftçiliği veya küçük boyutlu çiftçilik bizim gerçeğimizdir. Ve bunun sadece ekonomik olarak ele alınması doğru değildir. Çünkü sosyal yönü daha ağır basmaktadır.
Ülkemizde tamamen tarımla geçimini sağlayanların yüzdesi mevcut nüfusun yaklaşık %20-25'idir. Bununda büyük çoğunluğu küçük işletme veya aile işletmesidir. Dolayısıyla bu gerçeği bilerek tarım ve tohumculuk alanında yönetmelik çıkarmak ve uygulama yapmak gerekir. İllada bunu değiştirmek istiyorsanız; dünya tarımı büyük işletmelerle dönüyor bizde öyle olmalıyız diyorsanız, bunu küçük işletmelerin işlerini zorlaştırarak, batının dayattığı ve mevzuatımıza giren yaptırımlarla tarıma ve tohuma yön vermek yerine; dünya tohumculuğunun %80'ini ellerinde bulunduranların taşeronluğuna soyunmadan önce, onların tohum çeşitlerinin çantacılığını yapmadan önce, 2006 yılında ülkesel kaygılardan çok dışsal ve grupsal kaygılarla resmiyete sokulan ve başka ülkelerin kendilerine has oluşturdukları kanun ve yönetmeliklerinden aparılan mevzuatla, 15 yıldır tarıma ve devletin bakanlığına karabasan gibi çökerek, bakanlığı hantallaştıran, tohumculuğu özellikle de tohum çeşidinde ithalata mahkum eden tohumculuğun bu müdavimleri, enerjinizi ve aklınızı doğru mıntıkada kullanarak, kendi ellerinizle büyük işletme ve dünyayla rekabet edecek firmalar kursaydınızda memleketin tohumculuğunu yabancılaştırmaya değil yerlileştirmeye katkıda bulunsaydınız.
Bugün durumumuz daha iyi, tohumculuğumuz daha yerli olmaz mıydı? Evet, tohumda bir sıçrama oldu! Ama bu sıçrama yabancı tohum ve yabancı tarım firmalarının dopinglediği yalancı sıçramaydı. Peki bu aşamadan sonra yerli tohuma ve tohumculuğa dönebilir miyiz?
Acı ama gerçek şu ki; yıllardır bakanlık ve gönüllü yerli tohumcular, tarımcılar çırpınıyor, ama kalıcı ve sürdürülebilir yerli tohumculuğa bir türlü geçilemiyor. Çünkü bizi bugünlere getiren tohumculuğun ve tarımsal sistemin temelinde yerli ve kendimize ait değerler büyük ölçüde yok edildi! Ne kadar çok yerli tohum şenlikleri düzenlesek de, tohum ve tarım Ar-Ge çalışmaları yapsak da tüm bu çalışmalar gidip gidip bu yabancı dopingli duvara tosluyor.
Kendi güçlü ve köklü yapımızı oluşturmadığımız ve oluşturmamıza da izin verilmeyen bu sistemde, kendi geleneğimizden gelen tarımsal üretimi ve işleyişi de zirveye taşıymayacağımız aşikardır.
Küçük işletmeleri zorla bu sistemin temsilcilerine üye yapmaya çalışmamız ve cezai yaptırımlarla bu sisteme entegre etmeye çalışmamız tarımımıza ve tohumculuğumuza fayda sağlamayacak sadece bu sistemin temsilcileri olan bir grubun değirmenine su taşımaktan öteye gidemeyecektir.
Bu dopingli büyüme veya sıçrayış hükmünü yitirmeye başladığında elimizde kalacak olan, tıpkı doping kullanarak güçlü görünen sporcunun dopingin etkisi geçince güçten eser kalmayıp kas yığınına dönüştüğünde bedeninde kalandan farksız olacaktır. O zamanda bu sistemin aktörlerine daha derinden bağlanmaktan başka çıkar yol kalmayacaktır. Peki bu sistem değişemez mi? Değişmesi için en az on yılı gözden çıkarmak gerekir. Ve değişmesi için en az yirmi yıldır bu sistemin yerli aktörlüğünü yapan ve kemikleşmiş zihinsel ve fikirsel müdavimlerinin formatlanması gerekir. Tabi kanka oldukları global tarım ve tohum sisteminin kurucuları ve direktörleri buna müsaade ederse!
Global tarım sisteminin ülkemiz tarımına kazandırdığı; sık sık yetkili harcamak!
Yıllardır çok sayıda bakan ve bürokrat harcayan tarım, bu sistemi doğru anlamadığımızın ispatıdır. Anlamadık, çünkü sorunun sistemsel değil kişilerde olduğunu düşünüyor ve başkalarının kurduğu sistemin sorunlarını kişileri harcamakla çözeceğimizi zannediyoruz. Hatta o kadar ki, bu global tarım ve tohum sisteminin yerli dişlisi konumundakiler bile hangi çarkın dişlisi olduklarını fark edemiyorlar.
İş, küçük çiftçinin kendi imkanlarıyla ürettiği, fidesini veya tohumunu kayıtlı ve sertifikalı değil diye satmasının engellenmesi noktasına gelmişse ve bu birliklere üye olmadığı için bazı tarımsal faaliyetleri yapması bloke edilmişse ve bu yüzden bünyemize yabancı sistemin hiyerarşisinden usanan çiftçi desteklemeden vazgeçme pahasına çiftçilik kaydını bile yenilemiyorsa mevzu derin demektir.
Şimdi soralım; küçük çiftçiler için heybemizde ne var? sadece günü kurtarıcı destekler mi? Bunların eğitimi, gelişmesi gündemimizde var mı? Kurulması düşünülen büyük sistemde kendi varlıklarına uygun bir yerleri olacak mı?
Yoksa zaman içinde yok edilmesi, bakkalların marketlere mağlubiyetine benzer bir sonuçla mı sonuçlanacak? Hesabı böyle yapanlar bunun sosyal sonuçlarını da hesabettiler mi? 15 yıl sonra mevzuatı hatırlayıp kanun namına ceza kesen, üç kuruş aidat için veya batı tandanslı tarım ve tohum siteminin hakimiyetine engel oluyor diye alternatiflerini geliştirmeden küçük işletmlerin ocağına incir ağacı dikemeye çalışanlar, siz büyüdünüz, dünya çapında oldunuz da bunlar mı engel oluyor? Emin olun büyüseniz, dünya çapında olsanız bunlar arkanızdan hiç çekinmeden gelir ve gönüllü üyeleriniz olurlar.
Yerli Tohum 'Kullananlara' Yapılan İşkenceler! başlığını atarken aslında iki noktaya makale içinde vurgu yapmaya çalıştım. Bunlardan birincisi üretici, diğeri tüketici. Ayrıca bide toprağı senelerce bu tohumlar dışında ekilemeyecek karamsar senaryo da bizi bekliyor. Umarım en kısa zamanda yerli ve milli tarım politikaları uygulanır. Daha önce yurt dışında bu konuda bir çok proje yapmış biri olarak elimden geldiğince fikirlerimi sunmaya ve yol haritasının çiziminde desteğe hazırım.
Yorumlar
Yorum Gönder