Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İbretlik Hikayeler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kavanozu Sallayan KİM?

Gidin bir çölden 100 tane kırmızı ateş karıncası yakalayın. Daha sonra bir başka topraktan 100 tane bildiğimiz siyah karıncayı alın ve bunların hepsini bir kavanozun içine koyun. İlk başta sakinken hiçbir şey olmayacak. Daha sonra kavanozu elinize alın, oldukça şiddetli bir şekilde sallayın ve tekrar yerine koyun. Kavanozun içinde bir anda karıncaların birbirlerini öldürmek için savaştığı bir kaos ortamı göreceksiniz. Kırmızı karınca bunu yapan düşmanın siyah karıncalar olduğunu düşünürken siyah karıncalar bu kaosun nedeni olarak kırmızı karıncaları sorumlu tutuyor. Oysa çok iyi bildiğiniz gibi kaosun asıl nedeni kavanozu sallayan eldedir. Bu nedenle günümüzde hiç tanımadığınız insanlarla tartışacak ya da kavga edecek bir duruma geldiğinizde, yada toplum içinde azınlıklar savaşı gördüğünüzde kendinize hep şu soruyu sorun lütfen, " Kavanozu sallayan kim?" " İnsanları birbirine düşürerek bu kargaşadan yararlanmak isteyen kim?" sorusunu sorun!!! Sallayan eli gördüğünüz

Gerçek Soyguncular Kimler?

  Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu.... Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: “Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.” Herkes sessizce yatar… Bunun adı“Zihin Değiştirme Kavramı”dır. Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek… Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!” Bunun adı “Profesyonellik ”tir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş! Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı dercki: “Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.” Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir. Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş.Şef demiş ki: “Durun hele M

Siz zengin misiniz?

Hiç şüphesiz son zamanlarda duyduğumuz israf, şatafat ve kibir hayatımızın gerçekleri haline dönüştü. Maalesef büyük sarayları o ülkenin zenginlikleri olarak gören bir zihniyet varken insanların mutluluğunu unutan ve halktan kopmuş bir yönetimle karşı karşıyayız. Bir ülkenin zenginliği bana göre o ülkede yaşayan insanların mutluluğudur. İnsanların yüzü gülüyorsa ve yaşamaktan zevk alabiliyorlarsa o zaman o ülke zengindir. Çünkü sadece mutlu insanlar değer üretir ve bu gerçek zenginliktir. İsraf, şatafat ve kibir derken size bir hikaye anlatmak istiyorum. Japonya'da 4. yüzyılın sonlarına doğru tahta oturan İmparator Nintoku, yüksek bir kuleye çıkar ve ülkesine bakar. Gökyüzüne doğru yükselen tek duman dahi göremeyince, halkının yoksul düştüğüne ve bu yüzden hiç kimsenin evinde pirinç dahi pişiremediğini anlar. Hemen bir ferman çıkaran Nintoku, halkının üç yıl boyunca sadece kendileri için çalışmasını emreder. Sarayda çalışanları bile evlerine gönderir. Sade

Bu Tohumu Siz Ekebilir misiniz?

Bir zamanlar Çin'de bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüştü ki, dayanamayıp bir armut çaldı.. Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator'un karşısına çıkardılar. Hırsız İmparator'u görünce ona şöyle dedi; "Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak.." İmparator dudak büker; "Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?" Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır ve; "Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz.." İmparator kahkaha atarak;  "Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni.." dedi. Yoksul adam; "Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım.. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde on

Ben O’yum! diyebilenlerden misiniz?

Siz dostluğu anlatan küçük bir hikaye anlatacağım bu küçük yazımda... Eski tarihlerde bir medresede eğitim gören üç arkadaş varmış. Medreseden mezun olduktan sonra birbirlerinden ayrılmaları çok zor olmuş. Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu üç samimi arkadaş; Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile; -Birbirlerine her zaman sahip çıkacaklarına, -Doğru Yol’dan, -Adalet ve Hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, dair söz vermişler. Aradan yıllar geçmiş birbirleri ile irtibat kuramamışlar. Çünkü o dönemde iletişim araçları sınırlı imiş. Bunu bilen arkadaşlar zaman hepimizi yıpratır, yaşlanırız, şeklimiz şemalimiz değişir, ileride karşılaştığımızda birbirlerimizi tanımakta zorluk çekebiliriz onun için aramızda bir şifre belirleyelim oradan birbirimizi tanırız diye şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar. O da: “BEN O'YUM !” olmuş. Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idea

Görme! Görmeme! Empati!

BAZEN kendi kendime, “Herkes senede bir iki gün de olsa görme ve işitme duygularından mahrum kalsa ne olur?” diye sorarım. O zaman insanlar sahip oldukları şeylere daha çok değer verirlerdi herhalde. Belki sessizlikte seslerin insana verdiği zevki daha iyi takdir ederlerdi. Bazen tanıdıklarıma çevrelerinde neler gördüklerini soruyorum. Geçenlerde ormanda uzun bir gezintiden dönen arkadaşıma neler gördüğünü sormuştum. Bana verdiği cevap şu oldu: “Görülecek önemli bir şey yoktu...” Ormanda bir saat dolaşmak ve bu süre içinde kayda değer bir şey görememek acaba mümkün olabilir mi? Ben kör olmama rağmen, sadece dokunma duyum sayesinde çok şey hissediyorum. Bir yaprağa dokunduğum zaman onun şeklini anlıyorum. Baharda tabiatın kış uykusundan uyandığının ilk işareti olan bir gonca bulmak için parmaklarımı dalların üstünde gezdiriyorum. Bazen elimi yavaşça bir ağaca dayadığım zaman, bu ağacın bir dalında öten kuşun nasıl titrediğini hisseder gibi oluyorum. O esnada hissettiği

Kalbinizdeki Merhameti Eşit Paylaşın

Neden her zaman muhtaç olanlardan satın aldığımız zaman güç bizde oluyor? Ve neden biz ihtiyacı olmayan insanlara karşı cömert olduk? Sizinle bir kaç hikaye paylaşacağım bu makalemde. Ama bu hikayeler yaşanmışlıkların ve yaşanmaya devam eden hayatın ta kendisi... Sokak yumurta satan yaşlı bir adam vardı.  Sokağın bir kenarına sinmiş gelen giden insanlara bakarken yumurtaların yanına bir kadın yaklaştı. Yumurta satan adama; -"Yumurtaları ne kadara satıyorsun?" diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi, -"Tanesi 1 lira hanımefendi", -"5 liraya 8 yumurta alacağım, yoksa almam. ' ' ' Yaşlı satıcı şöyle cevap verdi: -"Gel istediğin fiyata al." Belki de bu iyi bir başlangıç olur çünkü bugün tek bir yumurta bile satamadım diye düşündü yaşlı adam.. Kadın yumurtaları aldı ve kazandığını (!) hissederek çekip gitti. Süslü arabasına bindi ve arkadaşıyla lüks bir restorana gitti. Orada, o ve arkadaşı, istedikleri her ş

Hayatımız Bir Tren Yolculuğu

Bir tren yolculuğuna benzetirsek hayatı... Doğarken bindiğimiz trende anne ve babamızla tanıştık. O zamanlar onların hep bizimle seyahat edeceklerini sanıyorduk. Oysa, istasyonun birinde onlar trenden ineceklerdi ve bizi yolculuğumuzda yalnız bırakacaklardı. Zamanla, trene başkaları da bindi ve bizim için önemliydiler. Kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, hayatımızın aşkı, çocuklarımız... Zaman geçtikçe bir çoğu inmeye başlar, arkalarında üstelik de kalıcı bir boşluk bırakarak. Kimisinin de eksikliği o kadar fark edilmez olmuştur ki, yerlerinin boşluğunu bile fark etmeyiz.. Bu tren yolculuğu neşe, keder, hayaller, beklentiler, merhabalar ve hatta vedalarla doludur. Bu tren yolculuğunda başarı, tüm yolcularla iyi ilişkilerde olmaktır. Bunun için de elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız... Çoğu zaman hak etmedikleri düşünsek bile... Ancak, hepimizin karşı karşıya olduğu bir muamma var: Hiçbirimiz hangi istasyonda ineceğimizi bilmiyoruz. İşte bunun içindir ki, en

Olumsuzluklar Bizim İçin Sıçrama Tahtası Olabilir

Bir çok insan hayatında hedef belirlemeden yaşar. Çoğu zaman tek hedef de aç kalmamak ve ya yaşayabileceği kadar para kazanmaktır. Çoğu zaman buna iten de hayat şartları belki de sahip olduklarını kaybetme korkusudur. Oysa bu yüzden bir çok yaratıcı beyinlerin yok olduğunu, köreldiğini görmek beni üzen bir konudur. Buna rağmen başkalarının önemli gördüğü değil, kendimiz için önemli olan konuların üzerine gidersek başarının gelmesi muhtemeldir. Tabi ki hikayelerdeki gibi her zaman iyi sonuçlar olmama olasılığı da var. Ama bir şeyler yapmanın verdiği mutluluk her şeye değer. Konuyla ilgili size bir hikaye anlatacağım. Bir adam Microsoft şirketine iş görüşmesine gidiyor. Girmek istediği iş de tuvalet temizleyiciliği. HR menajeri ile görüşüp tıkanmış bir lavaboyu temizleyip testten geçiyor. HR menajeri adama testi geçtiğini, hangi gün saat kaçta iş başı yapması gerektiğinin kendisine e-posta yoluyla gönderileceğini söylüyor. Adam, bilgisayarı olmadığını, dolayısıyla e-posta kullan

Her toplum, kendilerinden daha az şanslı olanlara nasıl davrandığıyla değerlendirilir

Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul için bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı. Okula kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: 'Dışarıdaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğa her şeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede?' Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar. Baba devam etti. 'Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gerçek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor.' Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı: Shay ve babası bir gün parkta Shayin tanıdığı birkaç çocuğun beysbol oynadıklarını gördüler. Shay sordu, 

Toplumsal Yozlaşmanın Temelinde BENCI'lik Yatar

Farklı kültürle tanışmak ve o kültürlerin iyi olan taraflarını(!) almak tabi ki günümüz dünyasında bir çok insanın uyguladığı şeydir. Özellikle iyi olan taraflarını diyorum çünkü insan bir eylemi gerçekleştiriyorsa muhtemel kendi düşünce yapısı bunu doğru ve en iyi seçenek olarak gördüğü için yapıyordur.  Aynı zamanda kişiden kişiye değişen iyilik kavramı söz konusu iken insanların globalleşen dünyada, bilimsel araştırmalarla zihin kontrolü yapıldığı bir zamanda neyin iyi ve neyin kötü olduğuna karar vermesi hayat tecrübesi, analitik düşünebilme becerisi gerektiren bir şey ve gençlerin de bu anlamda aileler tarafından iyi eğitilmesi en önemli noktalardan bir tanesidir. Diğer önemli nokta ise değerlerimizdir. Nasıl her insanın bir kişiliği kendine özel sınırları varsa, aynı şekilde toplumların da var. Ve biz belirli topluluklarla yaşayan ölümlüler olarak hayatımızı devam ettirdiğimizi göz önünde bulundurarak geçmişten gelerek evrimleşmiş toplumsal normlar konusunda daha anl

İyilik Yaparken Karşıdaki İnsanı Rencide Etmemelisin

Bir gün lokantada oturmuşken telefonla konuşan bir adam birden sevinç çığlıkları atmaya başladı. Konuşmasını bitirdikten sonra garsona: -"Burada olanlara hepsine benden pilav üstü kebap ver! 18 yıl aradan sonra tekrar baba olacağım!" Bir kaç gün sonra aynı adamı sinemaya giderken elinde 3-4 yaşında bir çocukla bilet kuyruğunda gördüm. Çocuk ona baba diyordu. Adamın yanına gidip o günkü işinin hikmetini sordum. Adam utana sıkıla olayı anlattı. -"O gün yan masada yaşlı bir çift vardı. Yaşlı kadın menüye baktıktan sonra eşine: ‘keşke bu gün pilav üstü kebap yiyebilseydik’ dedi.  Kocası da hanımının yanında utanarak ancak çorba alacak paralarının olduğunu söyledi. Bunu duyunca üstüme kaynar su dökülür gibi oldu. Bende o yapmacık telefon konuşmasıyla onlara pilav üstü kebap almak istedim." Ben adama: -"Peki niye herkese yemek verdin?" diye sordum Adam ciddileşerek: -"Ben bütün malımın gitmesine razıyım ama bir insanın izzeti

İlacı Zehirden Ayıran Dozdur

Deyimleri severim... ‘Doyasıya yaşamak’ deriz, bir de ‘hayatı zehir etmek’ deriz mesela. Bir de ‘ dozunda yaşama k’ vardır. Her gün bezgin, bıkmış, perperişan haliyle karşınızda: “Şu hayatı doyasıya yaşayamadım gitti” diyen insanlar vardır etrafınızda. Önce siz de durup düşünür, ne eksik acaba diye tartar, çoğu zaman elle tutulur bir netice alamadan sükunet içinde ve başınızla hafifçe onaylayarak dinlersiniz, geçer. Günümüzde, doyasıya yaşamak denen şey nedir? Ayrıca, doymak iyi bir şey midir? Doygunluktan sonra bünyede marazlar zuhur etmez mi mesela, mideyi fazla doldurmayın demiyor mu şimdi gastroenterologlar? Doygunluktan sonra düşüşe geçmez mi mesela eğriler? Galiba doymak iyi bir eylem olmasa gerek. O zaman doymasak daha iyi hayata. Unutmuşum, bir de dibine kadar yaşamak var. Etrafınızdaki çılgın kalabalıktan bunların her birinin müşahhas örneklerini görebilirsiniz. Bir türlü doyasıya yaşayamayan, “dibine” kadar yaşayamayan ya da tam tersi bunları yaşayan ama y

Çoğu İsteyen Aza Sahip Olandan Daha Fakirdir

Birileri insanlardaki para kazanma hırsını yeni dünya düzeninin bir parçası olarak göstermeye çalışsa da geçmiş zamanlardan gelen her şeye sahip olma dürtüsünün sadece para olarak şekil değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu makalemde de Tolstoy'un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında, Çiftçi Pahom’ un hazin ve ibretlik öyküsü anlatmak istiyorum. Fırsat bulursanız mutlaka okumanız gereken ve hayatta etik değerlerin, ve göz tokluğunun ne kadar önemli olduğunu anlatan bir çok olaylar cereyan etmekte. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Reis Pahom’a  -“Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. Yoksa bütün hakkını k

Yedi Gerçek Öğrendim

Budist rahipler, artık yetiştiğini düşündükleri bir öğrencilerini, yola çıkmadan önce çağırdılar. Başrahip öğrenciye tek bir soru sordu: * "20 yıldır buradasın, neler öğrendin?" "Yedi gerçek öğrendim" dedi öğrenci. * "Yirmi yıldır buradasın, sadece yedi gerçek mi öğrendin?" "Evet, yedi gerçek öğrendim..." * "Say" dedi başrahip, * "Birincisi..." dedi başrahip. "Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar çok azdır..." * " İkincisi " dedi başrahip. "İnsanların çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar..." * " Üçüncüsü " dedi başrahip. "İnsanlar, amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar. Oysa başkasına kötülük

Kıyafet Bir İnsanın Kalbindekini Anlatamaz...

Çoğu zaman insanların dış görünüşüne, giyimlerine-kuşamlarına bakarak belirli konularda karar veririz. Oysa dış görünüşün çoğu zaman gerçek görüntüyü gizlemek için bir araç olduğunu unuturuz. İşte bu olayı anlatan ve belki de çoğunuz daha önce duyduğu bir hikaye. Eminim ki bu hikayeyi bir daha okuduktan sonra dışarıdaki insanlar konusunda çok daha dikkatli olacaksınız... Aynı zamanda sevdiklerinizi, yakınlarınızı da birilerine emanet ederken çok daha ayrıntılı düşüneceksiniz... Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman'a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar; “Bu kuş senden şikayetçi, neden kanadını kırdın?” Derviş kendini şöyle savunur: “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı” Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle

Evlilik Ağacı

Yeni evli bir çift evliliklerinin daha ilk aylarında, evliliğin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını düşünüyorlardı.... Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar sözcükler kullanıyorlardı. Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu. Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar. Bu yüzden bir çözüm bulmak zorundaydılar. Erkek, “Aklıma bir fikir geldi”dedi. “Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse ayrılmayı bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.” Bu ilginç fikir eşinin da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştıl

Hayata Farklı Bir Pencereden Bakmayı Dene... Belki de Şükretmenin Zamanı Gelmiştir...

Bir gün kitap okumak için parka gitmiş, yaşlı bir söğüt ağacının uzun, dağınık dallarının yanındaki boş banka oturmuştum. Hayatımdan bezmiş bir halde, dünyanın alay edercesine, üst üste silleler vurmasına içerlemiş, homurdanıyordum. Tüm bunlar günümü mahvetmeye yetmezmiş gibi, oyun oynamaktan bitap düşmüş küçük bir çocuk nefes nefese çıkageldi. Yanı başımda, kafası aşağı eğik bir şekilde durdu ve büyük bir heyecanla bana “Bak ne buldum!” diyerek elindekileri gösterdi. Elinde bir çiçek vardı ve çiçek acınacak durumdaydı. Çiçeğin bütün yaprakları yırtılmıştı. Sanırım çiçek ya yeterli yağmur görmemiş ya da pek ışık alamamıştı. Çocuğun ölü çiçeği alıp gitmesi için sahte bir gülücük attım ve kafamı başka yöne çevirdim. Ancak çocuk dönüp gideceğine yanıma oturdu. Çiçeği burnunun üstüne getirerek, şaşırmış bir şekilde: - “Bu kesinlikle çok hoş kokuyor ve ayrıca da çok güzel. İşte bu yüzden onu kopardım; al, bu senin için.” diyerek çiçeği bana doğru uzattı. Geti

Hayatta Önemli Olan Nedir?

Hazır olun ya da olmayın,bir gün sona geleceksiniz. O gün geldiğinde zenginliğiniz, kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklıklarınız, umutlarınız, tutkularınız, planlarınız ve yapmak istedikleriniz hiçbir önemi kalmayacak. Öyleyse önemli olan nedir? Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür? *Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir... *Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir... *Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır... *Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir... *Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır... *Önemli olan, kaç kişi tanıdığınız değil, siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır... *Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır... *Önemli olan, ne kadar uzun süre ha

Çöp Kamyonu Kanunu

Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı. Ticari taksinin şoförü bu siyah arabaya çarpmamak için sert şekilde frene bastı. Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü bir de ukalaca camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı. Bizim taksinin şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Kadın müşteri bütün bu olanları şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı. Sordu: "Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti." Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: "Çöp Kamyonu Kanunu" dedi. Kadın: "Çöp Kamyonu Kanunu mu?" diye sordu, anlamamıştı. Şoför başladı çöp kamyonu kanununun ne olduğunu açıklamaya: "Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp d