Ana içeriğe atla

Sömürünün Her Türlüsü Yanlıştır

Karanlık... kopkoyu bir karanlıktı onu kabuslarla dolu bir uykuya sürükleyen ve bilmiyordu henüz, gecenin en koyu halinin; aslında güneşin doğmasına en yakın an olduğunu. Küçücük bir kızdı önce... Dört; ya da beş yaşlarındaydı. Ailece görüştükleri bir tanıdıklarının on sekiz yaşındaki oğlu, onlara her gittiklerinde; gülümseyerek, erkek kardeşiyle kendisini çağırıyordu. "Hadi benimle gelin, sizi gezdireyim Elka..." Erkek kardeşiyle birlikte, masumiyetin en saf haline bürünmüş iki çocuk... Uysal, çekingen, saf... Kabul ediyorlardı bu isteği her defasında. Her defasında korkarak... Adı Tokab olan bu on sekizlik genç, Elka'yı ve kardeşini ormanlık alandaki tepelere doğru götürüyordu. Tepeler... Kimseciklerin olmadığı ıssız tepeler... Çığlık atsalar, kimselerin duyamayacağı tepeler... 

Tokap, her defasında bu iki küçük çocuğu taciz ediyordu ve her defasında fısıldıyordu onlara: "Annenize hiç bir şey söylemeyin..." Çocuklar, korkarak "Tamam..." diyorlardı. Yapılan araştırmalara göre tacizciler aptal değillerdi. Kirli emellerini gerçekleştirebilecekleri kurbanlarını hep aile iletişimi kopuk kişilerden seçiyorlardı. Yani anne ve babasının yeterince sağlıklı sözlü diyalog kuramadıkları çocukları seçiyorlardı. Tokab, Elka'nın anne ve babasının, sevgilerini belli etmekten çekinen; dayak, eleştiri gibi yöntemlerle çocuklarını eğitmeye çalışan kişiler olduklarını anlamıştı bir kaç karşılıklı ziyaret sonrasında. Elka ve kardeşi sessiz çığlıklar atan; ama ne olduğunu anlatamayan o dilsiz hayvanlar gibiydi. Savunabilir miydiniz Tokab'ı ve yaptıklarını? Hoş görü gösterebilir miydiniz sırf eşiniz; dostunuz; ya da arkadaşınız diye? Karanlık gün ışığını görmeye yetmeyecek kadar büyüktü... o denli büyüktü ki; başka bir kâbus daha yüzünü gösterdi. Elka yine beş yaşındaydı. Mutfakta yere çökmüş, ağlayan annesine ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Annesi ayakta duruyor ve sesi titreyerek, elindeki bir kutu ilacı gösteriyordu Elka'ya: "Ben artık yaşamayacağım. Bunları içip öleceğim." diyordu. Elka ağlamaya başladı, "Lütfen içme anne; lütfen ölme anne!" Annesi, Elka'nın yalvarışlarına aldırmadan içti bir kutu ilacı. Elka hıçkırıklarla ağlıyor, "Annem ölecek!" diye duvarları, kanepeyi ve halıyı yumrukluyordu. Bir anneyi kaybetmenin acısını henüz beş yaşındayken yaşamıştı Elka. Çaresiz küçük bir çocuk, annesinin yaşamasını isteyen; ama onu kurtarmaya gücü yetmeyen bir çocuk... Tıpkı o annelerine özlem duyan, anneleriyle kalmak isteyen o çaresiz; yardımsız hayvanlar gibi... Tek farkı annesinin kurtarılmış olmasıydı. Zifiri karanlık devam ediyordu; bu kez Elka on yaşındaydı. Bir yaz zamanıydı. Elka teyzesinin evinde kalıyordu bir kaç haftadır. Aniden gelen bir telefon ve ardı arkası kesilmeyen gizli konuşmalar... Elka babası hakkında konuşulduğunu duymuştu. Babası trafik kazası geçirmişti. Kullandığı araç, en az on takla atmıştı, araba hurdaya dönmüştü. Evdeki hiç kimse Elka'ya bu konuyla ilgili bir şey söylemek istemiyor; sadece ona acıyarak bakıyorlardı. On yaşında bir çocuk... babasının öldüğünü sanıp haftalarca ağlayan bir çocuk... Bir babayı kaybetmenin acısını henüz o yaşta anlayan bir çocuk... Tıpkı ailesinden derisi; kürkü; ya da eti için; ya da eğlendirme unsuru olsun diye zorla alınıp koparılan bir hayvanın yavrularının sessizce döktüğü göz yaşları gibiydi kalbine saplanan acı. Tek bir farkla... babası kurtulmuştu o kazadan. Sırf bu nedenle, henüz çok küçük yaşlarda onların her ikisini de kaybetmiş olmanın verdiği acının nasıl bir his olduğunu bildiği için, kendisine sevgi göstermeseler; ilgilenmeseler ve sadece eleştirseler bile, sadece hayatta oldukları için bile şükrediyordu Elka...Gece ilerliyordu ve karanlığın kasveti, Elka'yı bu kez başka bir zaman dilimine, başka bir yere götürüyordu. Büyümüştü Elka, yirmi yaşına gelmişti. Yıllarca ailesinde bulamadığı yakınlık, ilgi ve sevgi onu, kendisine bunun kırıntılarını biraz olsun ikram eden kişinin ellerine atmıştı. İlk kez biriyle sevgili oluyordu ve hayatın ona başka türlü bir acı verebileceğinin farkında bile değildi. Yalnızdı, korunmasızdı ve ona yakın olduğu hissini veren birinin ellerinde korkunç bir travma daha yaşayacaktı. Sevgilisi ona gülümsüyordu. İçinde ruh olmayan bir gülümseme. Elka'yı kendisine yapmak istediği şey konusunda tehdit ediyordu. Elka o gün tecavüzün sadece sözlükte yazılan bir kelimeden ibaret olmadığını bizzat yaşayarak öğrenmişti. Ağlıyordu. İncinmişti. Güven duygusu hiç olmadığı kadar zede almıştı. Kendisini bu tecavüzün üstüne defalarca aldatan bir sevgiliye güvenme hatasına düşmüştü. Daha ne kadar kötü olabilirdi ki hayat? Yaşamak istemiyordu. Gururu öylesine kırılmıştı. Öylesine kirletilmişti masum hayalleri. Oysa, istediği şey birazcık sevgi ve şevkatten başka bir şey değildi; tıpkı o zorla tecavüze uğratılan hayvanlar gibi. Onların istedikleri şeyle aynıydı isteği: Sevginin sıcaklığını hissederek, güven duyarak yaşamak! Oysa, artık yaşamak istemiyordu. Böyle korkunç ve acımasız bir dünyada yaşamak istemiyordu Elka. Gittiği doktor, ona depresyon teşhisi koymuştu. Günlerdir çay ve sigaradan başka bir şey koymuyordu ağzına ve kararını verdi. Aldığı bütün antidepresanların hepsini bir kerede içip, hayatına son verecekti; çünkü annesi, Elka'nın başına gelen tecavüzü öğrendiğinde "Kızımın başına bunlar da mı gelecekti?" diyerek ağlamıştı ve bu Elka için hayatın sonu demekti. Bekaret ne kadar da önemliydi bir kız için Türkiye'de! Erkeklere ne kadar bakir oldukları sorulmazdı oysa... ama kadınlarsa söz konusu olan; namus iki bacağının arasındaki et parçasından ibaretti ve Elka artık mutlu bir gelecek, mutlu bir aile hayali kuramazdı. Bütün o kirletilmişlik ve çaresizce incitilmişlik duyguları arasında içti yaklaşık dört yüz adet antidepresanı. Kimsecikler yoktu evde aralarında yıllardır pek de iletişim olmayan erkek kardeşinden başka. Geç saatlerde, annesi döndü önce eve. Katıldıkları bir düğünden dönüyorlardı. Babası annesini eve bırakıp, kahveye gitmişti arkadaşlarıyla her zamanki gibi okey oynamak için. Annesi Elka'yı gördüğünde, Elka banyodan henüz çıkmıştı. En azından, ölürken temiz hissetmek istiyordu. Annesi, Elka'nın yürüşünde bir gariplik olduğunu hissetmişti. Elka'nın zaten beyaz olan yüzü, daha da solgun bir renk almış; gözlerinin içi kızarmıştı. Başı hafifçe dönüyor; gözleri kararıyordu. Annesinin "Ağladın mı sen? Neden kızarmış gözlerin bu kadar?" sorusunu "Bir şeyim yok anne, sadece uykum var. Uyuyacağım, iyi geceler size..." diyerek yanıtlamıştı. Odasına zar zor ulaştığında, annesi de peşinden gelmişti. Elka'nın yastığının altına sakladığı mektubu, yastıkları düzeltirken tesadüfen bulmuştu. Mektuba bakıp, "İlaç mı içtin sen yoksa?" diye sordu kaygıyla. Elka sesi titreyerek, "Hayır, gerçekten iyiyim ben anne." diye yanıtladı onu. Annesi mutfağa koştu, elinde bir bardak tuzlu suyla geri döndüğünde, Elka'yı kaldırıp; elindeki sudan zorla Elka'ya bir yudum içirdi. Elka, kusturucu etkisi olan bu sudan içer içmez boğazını, nefes borusunu, genzini yakan ve tadı oldukça acı olan bir sıvı kustu. Kustuğu sıvıda bir kaç ilaç kapsülü seçilebiliyordu. Günlerdir boş midesinde, aldığı ilaçlar çoktan sindirilmişti ve artık daha da zor nefes alıyordu. Annesi hemen babasını aradı telefonla. Babası gelene kadar bir on dakika daha geçmişti. Önce bulundukları şehrin devlet hastenesine götürdüler Elka'yı. Saat gecenin on ikisini çoktan geçiyordu. Acil serviste görevli bayan doktor Elka'yı muayene etti. Vücuduna bir sürü alet bağlayıp, testler yaptılar, serum taktılar. Doktor, Elka'nın daha önce hiç görmediği türden bir acıma ifadesi ile Elka'ya baktı önce, sonra yatağının yanında oturan babasını çağırdı konuşmak için. Babası Elka'nın yanına döndüğünde, onun da yüzünde aynı acı dolu ifade vardı. "Neden yaptın böyle bir şeyi kızım? Bak, durumun ciddiymiş. Şimdi seni buradan üniversite hastanesinin yoğun bakımına kaldıracaklar ambulansla..." Elka gözlerini zorla açıyordu. Bir şey diyemedi babasına. Sadece sustu. Ambulans tüyler ürperten çığlıkları andıran bir sesle hızla yol alıyordu Üniversite Hastanesi'ne doğru. Araç sonunda hastanenin önüne ulaştığında, görevliler yarı baygın olan Elka'yı bulunduğu sedyeden, bir başkasına hızla taşıdılar. Apar topar Elka'nın üzerindeki tüm giysileri çıkarıp; vücuduna diğer hastanedekine benzeyen aletler taktılar. Elka, şimdi kolundaki serumla en ağır hastaların olduğu yoğun bakımda yatıyordu. Kapanan gözleri derin bir uykuya teslim olurken; kulaklarının duyduğu son ses telefonla konuşan doktorun çığlıklarıydı: ""Yok mu bu zehirin antidotu? Hastayı kaybediyoruz!..."Günler günleri kovalıyordu ve Elka çırılçıplak vücuduna takılmış aletlere bağlı olduğu halde komada yatıyordu. Babasının sesini duyuyordu uykusunda, babası odasına gelmiş; doktora durumunun nasıl olduğunu soruyordu. Doktor "Durumu hâlâ ciddiyetini koruyor." diyordu. Bir hafta geçmişti hastanede, Elka sonunda uyandığında; bir rüya hatırlıyordu. Rüyasında bütün ölmüş akrabalarını ve evladı gibi sevdiği ama veterinerlerin tedavi etmeye yetecek bilgileri olmadığını söyleyerek bir şey yapmadıkları için kaybettiği hayvanlarını görmüştü. Hepsi de Elka'nın hastanede yattığı yatağın başına gelip, ona sarılıyor ve "Hoş geldin" diyorlardı. Doktorlar ve bütün hastane görevlileri yaşamasının bir mucize olduğunu söylüyorlardı; çünkü öldürücü doz iki iken, Elka bunun tam altı katını almıştı ve hatta komada yattığı esnada bir kez de kalbi durmuştu. Yaşaması bir mucizeydi. Durumu hâlâ ciddiyetini koruyordu; ama babasının onu görmesine izin vermişlerdi. Babası ona, ilk kez "Seni seviyorum kızım." diyordu... Elka, daha önce anneannesinin ve dayısının morgda yatan ölü bedenlerini görmüş; onlara dokunmuş, onların morgun soğuk ve rutubetli havasında nemlenmiş yüzlerini öpmüştü. Ama daha önce, hiç bu kadar yakın olmamıştı ölüme; ilk kez ölmenin nasıl bir şey olabileceğini bu denli iyi anlıyordu ve ölüm, Elka kendisine bu kadar koşarken ve bu kadar yaklaşmışken bile Elka'yı pas geçmişti; ona: "Seni almak istemiyorum. Yaşamaya devam etmelisin. Yaşamalı ve anlatmalısın kucağıma atılan sessiz canların çığlıklarını. Benimle gelmeyi haketmeyen o körpe ve saf ruhların göz yaşlarını, aslında yaşamayı ne kadar da çok hakettiklerini anlatmalı ve yardım etmelisin onlara." demişti ölüm Elka'yla vedalaşırken. Ölümün kendisi bile istemiyordu körbe bedenleri, saf ruhları; o masum çocukları, bebekleri; hayvanları... ölümün kendisi bile istemiyordu... Gün ağarmış, Elka gecenin en koyu halinin, aydınlığa en yakın an olduğunu öğrenmişti. Güneş, ışıklarını hayata daha da hayat katmak için, daha bir güçlü gönderiyordu dünya adlı gezegene. Yeni umutlar, yeni başlangıçlar ve masumiyetin korunması için... Ve öyle görünüyordu ki; gezegende, hayatın koruyuculuğuna ve merhamet dolu sevgisine en çok ihtiyacı olanlar, çocuklar ve çocuk saflığındaki hayvanlardı...
Bu yaşanmış, gerçek bir hikâyenin bir bölümünün öyküleştirilmiş halidir. Hayvanlar da en az insanlar kadar yaşamayı hak ederler. Kendi çocuğunuza yapılan bir tacize hoşgörü gösterebilir misiniz? Kendi çocuğunuza yapılan bir tecavüze sessiz kalabilir misiniz? Tacizcileri, tecavüzcüleri; ya da zevk veya para için öldüren katilleri, sırf yakınınız; dostunuz; ya da arkadaşınız diye hoşgörebilir misiniz? Savunmasız bir canı, onun isteği olmaksızın sömüren/kullanan, kendi var etmeği o can üzerinde; maddi çıkarları için tahakküm kurmaya çalışan kişilere sessiz kalabilir misiniz; can alan seri katillere, daha çok öldürsünler diye paranızla destek olabilir misiniz? Sömürünün her türlüsü yanlıştır. Bu, savunulacak; hoş görülebilecek; ya da sessiz kalınabilecek bir şey değildir. Ne bir insana; ne de bir hayvana... Can, her yerde candır... Lütfen vegan olun; masum canların sessiz gözyaşlarının dinmesi için bir ışık da siz yakın. Bütün canlar için daha adaletli, güven ve sevgi dolu bir dünya dileklerimle...


Yazar: Telâbeera Arça

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Medyan (Ortanca) Nedir? Nasıl Hesaplanır? Nerelerde Kullanılır?

Medyan işlemi olasılık hesaplamalarında sıkça kullanılan bir sayı dizisinin ortalamasını hesaplamak için alternatif yöntemlerden bir tanesidir. Ortanca medyan işleminin diğer adıdır. Matematiksel olarak medyan işlemi bir sayı dizisi küçükten büyüğe sıralayarak ortada kalan elemanı medyan değeri olarak belirleme işlemidir. Örnek verecek olursak: 2, 1, 5, 4, 5, 1, 2, 3, 5 serisi sıralanırsa 1, 1, 2, 2, 3, 4, 5, 5, 5 serisi elde edilir. Bu seri 9 elemanlı olduğundan ortadaki, yani 5. eleman (medyan) olacaktır. 5. eleman 3 sayısıdır. Yani ortanca değeri 3'dür Eleman sayısı tek sayı olan bir seride medyan değerin sırasının hesaplaması şu şekilde formüle edilir. Medyanın Sırası = (Eleman Sayısı + 1) / 2 Bu formülü yukarıdaki örneği uygulayacak olursak; Medyanın Sırası = (9 + 1) / 2 = 5 Veri serisi eleman sayısı bir çift sayı ise bu durumda serinin 2 medyanı olacaktır. Örneğin 2, 1, 5, 4, 5, 1, 2, 3, 5, 4 serisi sıralandığında 1, 1, 2, 2, 3, 4, 4, 5, 5, 5 s

Ağaçlar Kireçle veya Badana İle Neden Boyanır?

Ağaçlar kireçle boyanmasının veya badana yapılmasının hem çevreye hem de doğaya, ağaçlara faydası var. Bu makalede bu geleneği enine boyuna tartışmaya çalıştık. Ağaca zarar veren mikrop ve bakterileri öldürür. Ağacı çok aşarı soğuk havalarda ve çok aşırı sıcak havalarda korur. Ağacın çürümesini ve kurtlanmasını önler. Ağacın gövdesinin alabileceği zararları en az düzeyde düşürmeyi sağlar. Hoş, güzel, hijyenik, temiz pırıl pırıl bir görüntü oluşturur. Ayrıca çok sıcak havalarda da ağacı yanmaya karşı korumak. En büyük etkisi soğuk havalarda ağacı don vurmalarına karşı korumak . Küresel ısınma göz önüne alındığında mevsim değişiklikleri ani don, ani ısı artışları ve azalışları sonucunun doğuracağı etkenler için yararlı etkin bir yöntem. Gövdeden obur dalların çıkmasını azaltmak için sürülür. Kireçleme ağaçları güneş yanığından korumak için yapılıyor. Ağaçlar da güneşten yanabiliyorlar. Bu arada odun dokudaki gözenekleri doldurarak kapattığı için, zararlıların yuv

Azərbaycan Dilində Vurğu Qəbul Etmeyen Şekilçiler

Sözlərdə hecalardan birinin digərlərinə nisbətən daha qüvvətli deyilməsinə heca vurğusu deyilir. Üzərinə vurğu düşən hecaya isə vurğulu heca deyilir. Azərbaycan dilində vurğu adətən söz sonuna düşür. Söz şəkilçi qəbul ederkən vurğu adətən şəkilçinin üzərinə keçir. Məsələn: çiç ə k - çiçəkl ə r - çiçəklərd ə n məkt ə b - məktəbl i - məktəblil ə r - məktəblilərd ə n Buna baxmayaraq dilimizdə bir sıra şəkilçilər var ki onlar vurğu qebul etmirlər. Bu məqalədə Azərbaycan dilində vurğu qebul etməyən şəkilçilər incələnəcək ve bu şekilçilərin hansı hallarda vurğu qebul edib hansı hallarda vurğu qebul etmediyi araşdırılacaqdır. Eyni zamanda bildirmək istəyirəm ki vurğu ilə bağlı daha geniş və ətraflı məlumat üçün Azərbaycan Dilində Vurğunun Praktik Məsələləri adlı məqaləyə də nəzər yetirə bilərsiniz.  1. İsimlərdəki şəxs(xəbərlik) şəkilçiləri Məsələn: müəli'məm müəli'msən müəli'mdir müəli'mik müəli'msiniz müəli'mdirlər Qeyd: -dır4