Kemal Bey, Birinci Dünya Harbi esnasında 'tehcir kararını' yerine getirirken sorumluluk alanındaki Türk ahaliyi 'muhtemel bir katliamdan' kurtarması yüzünden komitacıların en önemli hedeflerinden birisi haline gelmişti.
Ermeniler, 'kendi devletinin' eli, onun kellesini almayı kafaya koymuşlardı.
Kemal Bey, mütarekenin imzalanmasının ardından İstanbul'a ayak basan işgal kuvvetlerine 'şirin görünmek' isteyen teslimiyet hükümeti tarafından 'görevinden azledilerek' apar topar mahkemeye sevk edildi.
İlk yargılandığı Konya İstinaf Mahkemesi'nde suçsuz bulunarak beraat etti.
Ancak, efendilerine 'kurban vermeye' kararlı olan iş birlikçiler, Kemal Bey'i tevkif edip İstanbul'a getirterek Divan-ı Harb'in karşısına çıkardılar.
+ + +
Kemal Bey'i yargılamak üzere 'seçilmiş' kişilerden 'düzmece' bir mahkeme kuruldu.
Yargılama başlamadan önce davanın savcısı ve iki mahkeme üyesi 'kanaatlerini' önceden açıkladıkları gerekçesiyle görevden el çektirildi.
Babası Arif Bey, bütün çabalarına rağmen koca şehirde 'oğlunu savunacak' bir avukat dahi bulamamanın çaresizliği içindeydi.
"Tedbirsizlik sebebiyle Ermeni vatandaşların ölümüne sebebiyet vermek" ile itham edilen Kemal Bey'in muhakemesi tam bir Ermeni şovuna dönüştü.
Komitacılar tarafından yönlendirilen yalancı şahitler, Kemal Bey'e yönelttikleri iftiraları öyle bir noktaya taşıdılar ki olup bitenlere daha fazla katlanamayan Divan-ı Harp Reisi Hayret Paşa görevinden istifa etti.
Yerine atanan Nemrut Mustafa Paşa, 'vazifesini' ifa etmekte hiç tereddüt etmedi.
Alelacele yapılan bir iki celse sonunda Kemal Bey hakkında 'idam kararı' verildi.
+ + +
Kemal Bey, 10 Nisan 1919 tarihinde tutuklu bulunduğu Bekirağa Bölüğü'nden alınarak, Beyazıt Meydanı'na getirilirken, ömrünü hizmetine adadığı devleti tarafından 'idam edileceğine' bir türlü inanamıyordu.
İstanbul Üniversitesi rektörlük makamı olarak kullanılan küçük binanın önüne güpegündüz kurulan idam sehpasının etrafı, İstanbul'un çeşitli semtlerinden akın eden Ermeniler tarafından ablukaya alınmıştı.
İngiliz ve Fransız askeri birlikleri de binanın önünde nöbet tutuyorlardı.
Sandalyesi tekmelenmeden önce 'son sözü' sorulan Kemal Bey şöyle haykırıyordu:
- "Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Yemin ederim ki ben masumum. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet."
+ + +
Az sonra Kemal Bey'in cansız bedenini beyaz bir kâğıt gibi sehpada sallanırken gören Ermeniler, yerlerde tepinerek 'sevinç çığlıkları' atıyorlardı.
Kemal Bey'in naaşını toprağa veren tıbbiyeli gençler ise şu şekilde ant içiyorlardı:
- "Kemal Bey. Sen, şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin. Orada büyüyecek, dalların o kadar dikenli olacak ki seni bu akıbete layık görenlerin hepsini paramparça edecek. İntikamın behemehâl alınacak."
Kemal Bey'in şehadetinden sonra açılan vasiyetnamesi, şu cümleler ile bitiyordu:
- "Allah bu millete ve memlekete zeval vermesin. Fertler olur, millet yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır."
Ermenileri memnun etmek için İstanbul'daki 'teslimiyet hükümeti' tarafından idam edilen Kemal Bey, Anadolu'da kurulan 'millî hükümet' tarafından, 14 Ekim 1922 tarihinde çıkarılan bir kanunla 'Millî Şehit' ilan edildi.
+ + +
Bir zamanlar 'yaklaşık 500 bin Türk evladını' katleden, Talat Paşa, Cemal Paşa ve arkadaşlarını kurşunlayan, daha sonra '50'ye yakın diplomatı' şehit eden ve Hocalı'da soykırım yapan Ermeniler, azgınlıklarını aynen devam ettirerek 24 Nisan tarihini 'soykırım günü' olarak anıyorlar.
Kemal Bey'in şehadet şerbetini içtiği 10 Nisan tarihi, 'utanç günü' ilan edilmedikçe Türk tarihindeki bu 'kara leke' asla ortadan kalkmayacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder