Bu ifade, 2000'li yıllarda kaleme almış olduğumuz bir yazının başlığı.
O dönemde Atilla Kaya Ülkü Ocakları Genel Başkanı idi.
Sustu.
MHP, planlı ve sistemli bir şekilde 'ülkücü çizgiden' uzaklaştırılırken, ülkücüler birer birer 'kapının önüne' konulurken sustu.
Kendisi sustuğu gibi 'konuşanların' da ya 'fiziki şiddet' yahut 'manevi baskı' ile susturulmasına seyirci kaldı.
Milletvekili oldu.
Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Sonunda 'olup biten ihanetler' karşısında 'vicdanının sesinin' baskısına daha fazla dayanamayarak konuşmaya kalkıştı.
Hem 'milletvekilliğinden' hem de 'genel başkan yardımcılığı' koltuğundan oldu.
Ve ilk fırsatta da Dr. Devlet Bahçeli'nin emri üzerine 'gözünün yaşına bakılmadan' ömrünü verdiği MHP'den ihraç edildi.
Atilla Kaya, şimdi 2000'li yıllarda bizim kullandığımız 'aynı cümleler' ile ülkücülere hitap ediyor.
Ve diyor ki:
"MHP'den ihraç edilenin sadece ben olduğumu düşünen hata eder.
MHP'den ihraç edilen; Türk milliyetçiliğinin, milliyetçiliği rabiacılığa ve millet egemenliğini tek adam sultasına dönüştürmek isteyenlere direnme azmidir.
Ne zamanki MHP'de sadece Ülkücülük olur; işte o zaman Ülkücülük de sadece MHP'de olur.
Ben ülkümü asla yitirmedim; onu saraylarda arayanlar, yitirdiklerinin hâl beyanında olanlardır.
İhracın, bana ödetilen bedel, kalanlara gözdağı olarak düşünüldüğü açıktır; görüp de sussunlar, bilip de söylemesinler diye.
Gözdağının etkisi kalanların tıynetine bağlıdır; varlığını Türk varlığına armağan edenler için ihraç, dişe dokunur bedel değildir.
Ben ülkücülüğümü parti üyeliği ile kazanmadım; idam aldığımda da hapis yattığımda da üye değildim.
Bu halde 12 Eylül cuntasına boyun eğmedim.
Şimdi, o cuntanın asmayıp beslediklerine boyun eğmedim diye üyeliğimi elimden alacaksanız; sizin olsun.
"Darbeye direncimiz de böyle bir düzene isyan değil miydi?"
Milliyetçilik ve demokrasinin ikizliğine inanan biri, bu inancı; TBMM ve yargının devre dışı bırakıldığı, hak ve hürriyetlerin tek adamın insafına teslim edildiği bir düzenle uyuşturabiliyorsa, ona söylenecek söz yoktur.
Darbeye direncimiz de böyle bir düzene isyan değil miydi?
Bir de Erdoğan'ın ülkücülerin bulunduğu çizgiye geldiğini savunanlar var; neymiş o çizgi?
Millî davanın Doğu Türkistan yerine Kudüs olması mı?
İslamcıların bile gündemine Hamas'tan sonra giren Filistin hangi ara Türk illerinin yerine ikame edilir oldu?
Bekaya yönelik tehdidi dışarıdan bekleyenler bilmelidir ki; "dış güçler", "üst akıl" gibi kavramlarla örülü bir siyasi söylemle perdelenmeye çalışılsa da, AKP uygulamaları, beka meselesinin Türkiye'nin dışında olanlardan çok içinde olanlarla ilgili olduğunu göstermiştir.
Yandaşların toplamından 'Millet' olmayacağını en iyi milliyetçilerin bilmesi gerek.
'Millet' düşüncesine yabancı, mümin-kafir dikotomisiyle topluma yaklaşan bir zihniyetin ötekileştirmesi anlaşılır; milliyetçilerin toplumu bölmesi izah edilemez.
Eğer Türkçü iseniz, "Türk Tipi Başkan" adayınız; Tonyukuk gibi devlet aklının timsali bir bilge, Bilge Kağan gibi "Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye" ömrünü Türklüğe adayan bir lider, Tuğrul Bey gibi kılıcını din alanı ile siyaset alanının arasına koymuş bir Bey midir?
Siyasetinin temeli Türk milliyetçiliği olan ve bunu adında da taşıyan bir parti; siyasi ümmetçiliğin otoriter yönetimini savunan iktidarı desteklemeyi ve buna itiraz ettiğim için beni ihraç etmeyi ne tür bir milliyetçilik yorumuyla tevil edebileceğini düşünmektedir?
İnanacak yaştadırlar diye, gencecik çocuklara "hain" olduğumu mu söyleyecekler, söyletecekler?
Makamla söyletilen veya parayla yazdırılan biri -sanki "günaydın" dermiş rahatlığında- ömrünü ülkücülüğe adamış birine "hain" derken ülkücü vicdanlar rahatsız olmayacak mı?
Ülkücülük de -milliyetçilik gibi- bir tercihtir ve her tercih gibi akıl, vicdan ve kişilik ile yapılır; bir tercih yapmakla da bunlar vestiyere asılmaz.
Akıl, vicdan ve kişiliğinden vazgeçen ülkücü olamaz; ideallerin çıkarlara feda edildiği yerde de Ülkücülük olmaz.
Ülkücülük, Türk milliyetçiliğinin olduğu kadar idealizmin de temsilidir.
Bugün hem Türk milliyetçiliği hem de idealizm tehdit altındadır.
Bugünkü ülkücülük pratiği ve teşkilatları bir arada tutan yegane motivasyon -ne yazık ki- idealizmi söyleyip materyalizmi yaşamaktır.
Ülkücünün görevi; birilerinin koltuğunun değil, milletin hak ve özgürlüklerinin bekçiliğini yapmaktır.
Her ülkücünün üzerinde olan ve hiç kimsenin iki dudağının arasında olmayan, ülkücülerin kaderi siyasi islamcıların ellerine teslim edilemez.
Ülkücülere biçilen rol; "liderin bir bildiği vardır" sınırlarında koşulsuz itaat midir?
"Ben bilmem lider bilir" demek, davayı bilmemenin ikrarıdır.
İnsan ne olduğunu bilmediği şeye inanıyor da değildir; sadece ona bağlı ortak bir maddî yaşam sürüyordur.
Belli değerleri yaşatmak için oluşturulan teşkilat, o değerleri savunanları ezen ve o değerleri ortadan kaldırmayı varlığını devam ettirmenin gereği gören bir güce dönüştürülmüştür.
Bu, 'lidere sadakat' anlayışının, 'doktrine ters düşse bile' şartıyla uygulanmasının sonucudur.
Ülkücü Hareket'in kurucusu Başbuğ Türkeş, "Bu Mücadelede ben düşersem bayrağı kapın, daha ileriye gidin; dönersem vurun!" demiştir; "dönersem siz de benimle birlikte dönün" dememiştir.
9 Işık'la aydınlanamayanların bir ampülün ışığından aydınlık ummaları ne hazin."
Nazif Okumuş, Ahmet Malkan, Ali Şanalmış, Ali Baykan, Atila Kaya, Suat Başaran ve Tahsin Eren asla 'davaya ihanet ettikleri' için değil, 'davadan' dönen ve 'her türlü ihaneti' Türk milliyetçilerine sanki 'ülkücülüğün bir gereği' imiş gibi dayatmaya kalkışan teslimiyetçi iradeye 'boyun eğmedikleri' için MHP'den ihraç edildiler.
Bu, 'seçim öncesinde' her şeye rağmen 'parti içerisinde' mücadele veren ülkücüleri sindirip 'baskı altına' almaya yönelik sinsi ve alçak bir darbedir.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Biz geçmişte ülkücülere karşı yapılan haksızlıklar karşısında susmamıştık, halen susmuyoruz, ömrümüzün yettiği kadarıyla da susmayacağız.
Siz de susmayın.
Yoksa Allah'a inandığınız kadar emin olun ki sıra bir gün 'size' de gelecek.
Yorumlar
Yorum Gönder