Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temel'e Çevreci ve Hayvanseverlerden Dayak

Temel ormandan odun kırıp köyde satan ve bununla geçimini sağlayan kendi halinde bir köylü imiş. Her zamanki gibi yine sabah kalmış binmiş eşeğine ormana gitmiş. Başlamış ağaç kesmeye. Bir kaç tane kesmiş. Ağaçları dallarından ayırmış ve kalın odunları eşeğin taşıyacağı şekilde küçülmüş. Derken ormana gezmeye gelen çevreci dernek üyeleri Temel'in odunu eşeğe yüklerken görmüşler. Ağaçları keserek doğanın dengesini bozuyor diye Temel'i bir güzel dövmüşler. Dövdükten sonra öylece bırakıp gitmişler. Temel kalan son gücüyle toparlanmış ve topladığı odunları eşeğe yükleyerek köy yoluna koyulmuş. Derken bu sefer de hayvanseverler karşısınna çıkmış ve bu seferde onlar hayvana işkence ediyor, eşeği sömürüyor diye dövmüş ve odunları da eşekten indirmişler. Temel köylü ya bir şey anlamamış bunların ne yapmaya çalıştığından. Neyse Temel gelmiş köye. Kahvenin orada Dursun'la karşılaşmış. Dursun ne olduğunu sormuş. Temel de başlamış anlatmaya: Ula Dursun: Ormanda ağaç kesiyordum.

Hayatımız Bir Tren Yolculuğu

Bir tren yolculuğuna benzetirsek hayatı... Doğarken bindiğimiz trende anne ve babamızla tanıştık. O zamanlar onların hep bizimle seyahat edeceklerini sanıyorduk. Oysa, istasyonun birinde onlar trenden ineceklerdi ve bizi yolculuğumuzda yalnız bırakacaklardı. Zamanla, trene başkaları da bindi ve bizim için önemliydiler. Kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, hayatımızın aşkı, çocuklarımız... Zaman geçtikçe bir çoğu inmeye başlar, arkalarında üstelik de kalıcı bir boşluk bırakarak. Kimisinin de eksikliği o kadar fark edilmez olmuştur ki, yerlerinin boşluğunu bile fark etmeyiz.. Bu tren yolculuğu neşe, keder, hayaller, beklentiler, merhabalar ve hatta vedalarla doludur. Bu tren yolculuğunda başarı, tüm yolcularla iyi ilişkilerde olmaktır. Bunun için de elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız... Çoğu zaman hak etmedikleri düşünsek bile... Ancak, hepimizin karşı karşıya olduğu bir muamma var: Hiçbirimiz hangi istasyonda ineceğimizi bilmiyoruz. İşte bunun içindir ki, en

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Annesinin Mezarı Başında Yaptığı Konuşma

14 Ocak 1923’te Atatürk, kendisini yetiştiren, zeki,okumuş ve vefalı annesini İzmir’de yitirdi. Zübeyde Hanım, Karşıyaka’da toprağa verildi. Atatürk, annesinin mezarı başında yaptığı konuşmada aşağıdaki cümleleri kullanmıştır. “Annemi yitirmekten çok üzgünüm. Ama benim bu acımı gideren bir avuntum var: Anayurdu yoksulluğa, yokluğa sürükleyen yönetimin, artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem, şimdi bu toprağın altında, ama bu toprağın üstünde Anayurt bütünlüğü ve ulus egemenliği dünyanın sonuna kadar sürecek, beni avutan en etkili güç işte budur. Evet, ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Annemin ve bütün atalarımın ruhunu tanık tutarak vicdanımdan kopan andı bir daha söyleyeyim: Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annenim yanına gitmekte gecikmeyeceğim. Ulus egemen

Eğitimli, Bilinçli ve Çağdaş İnsanlar Yaratmak Da Birer Eserdir (Sakallı Celal)

Celal Yalınız, Türk düşünür, nihrir.  Sakallı Celal olarak bilinir; yazılı bir eser bırakmamış ama her biri birer eser olan insanlar bırakmıştır arkasında. Sakallı Celal Deniz Bakanı olan bir Paşanın oğlu olarak dünyaya gelir. Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev halkını şaşkına çevirir. İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz, durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur. Babasının “henüz yaşın küçük” demesine direnerek Fransızca dersleri aldırmalarını sağlar. Kısa zamanda mükemmel derecede Fransızca öğrenir. Dönemin en iyi eğitim veren okulu olan Galatasaray Lisesi’ne, 1896 yılında kayda gittiğinde hazırlık okumasına gerek kalmadığını, Fransızcayı çok iyi bildiğini söyler ve bunu kanıtlar. Galatasaray Lisesi’nde iken derslerinde olağanüstü başarılar elde eder ve aynı okuldaki ağabeyi Nihal’ı geçmeye çalışır. Bu sırada subay olan ağabeyi Cemal’in padişahın despot yönetimine başkaldırdığı için Beyazıt Meydanı’nda asıl

Olumsuzluklar Bizim İçin Sıçrama Tahtası Olabilir

Bir çok insan hayatında hedef belirlemeden yaşar. Çoğu zaman tek hedef de aç kalmamak ve ya yaşayabileceği kadar para kazanmaktır. Çoğu zaman buna iten de hayat şartları belki de sahip olduklarını kaybetme korkusudur. Oysa bu yüzden bir çok yaratıcı beyinlerin yok olduğunu, köreldiğini görmek beni üzen bir konudur. Buna rağmen başkalarının önemli gördüğü değil, kendimiz için önemli olan konuların üzerine gidersek başarının gelmesi muhtemeldir. Tabi ki hikayelerdeki gibi her zaman iyi sonuçlar olmama olasılığı da var. Ama bir şeyler yapmanın verdiği mutluluk her şeye değer. Konuyla ilgili size bir hikaye anlatacağım. Bir adam Microsoft şirketine iş görüşmesine gidiyor. Girmek istediği iş de tuvalet temizleyiciliği. HR menajeri ile görüşüp tıkanmış bir lavaboyu temizleyip testten geçiyor. HR menajeri adama testi geçtiğini, hangi gün saat kaçta iş başı yapması gerektiğinin kendisine e-posta yoluyla gönderileceğini söylüyor. Adam, bilgisayarı olmadığını, dolayısıyla e-posta kullan

Gülecek Bir Bahane ve Zamanı Unutturacak Bir Dost Yeter

Üç arkadaş tren istasyonuna gitmişler. En yakın arkadaşlarını yolcu edecekler. Şehir dışına gidecek olan arkadaş gişeye yaklaşıp bilet almış ve saatine bakınca trenin kalkmasına bir buçuk saat kaldığını görmüş. Arkadaşlarına dönmüş; -"Daha çok var, hadi gidip şu karşıdaki kafede çay içelim" demiş. Oradan buradan derken laf lafı açmış. Birden tren düdüğüyle kendilerine gelmişler. Koşarak dışarı fırlamışlar ama nafile,tren kaçırmışlar: Tekrar bilet gişesine gitmiş ve sormuşlar -"Biz treni kaçırdık. Sonraki tren ne zaman?" -"Bir buçuk saat sonra." Tekrar bilet alıp dönmüşler kafeye. Yine çay yine laf ve derken yine düdük sesi. Koşmuşlar ama bu defa da treni kaçırmışlar. Bir saat sonra bir tren daha varmış. Dönmüşler kafeye... Ama bu kez uyanık duruyorlar. Trenin sesini duyar duymaz kalkmışlar koşmaya başlamışlar. İçlerinden biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişmiş. Üçüncüsü ise geride ka

Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi de göze almalıdır!

Geçmişte Avrupa'da idam etmek için giyotin diye bir araç kullanılırdı. Giyotin, tarihte ölüme mahkum edilmiş suçluların ahşap bir düzeneğin tepesinden bırakılan keskin demir parçayla boynunun kesildiği bir idam yöntemi idi. Giyotin, yaklaşık 200 yıllık kullanım süresi boyunca, suçlulardan, devrimcilere, aristokratlardan, krallara ve hatta kraliçelere kadar uzanan on binlerce kurbanın kellesini koparmıştır. Fransız Devriminin simgesi olarak kullanılmış, 18. 19. ve 20. yüzyıllara kara bir leke olarak geçmiştir. Bu gün size anlatacağım hikaye de giyotinin idam yöntemi olduğu zamanlardan bir hikaye. Ama günümüzde de bir çoğuna ders niteliğinde bir olay... Hikayemiz üç kişinin idama mahkum edilmesi ile başlar. Bunlardan biri papaz, biri hakim, biri de fizikçidir İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar: – Son sözün nedir? Der ki: – Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır.  Allah...  Allah...  Allah...